Öğrencim, Resmin Başbuğu
Prof. Dr. Mehmet Başbuğ
İhsan AKAN
Yıl 1974: CHP’nin zulüm, işkence, sürgün iktidarı… Mektupla, dört ayda militan öğretmen yetiştirildiği yıllar!
Bugünkü gibi KPSS sonucu atama beklemezdik. Bilirdik ki mezun olduktan sonra birkaç ay içinde atamamız yapılacak. Mezuniyetimize yakın günlerde, Milli Eğitim Bakanlığı bizden atanmamızı istediğimiz birkaç il isterdi. O günkü idealizmim, Türk Milliyetçisi ülkücü dünya görüşüm; dilekçeme, ‘’Ayyıldızın dalgalandığı her yer vatan toprağıdır, her yede görev yapmaya hazırım’’ diye yazdım.
Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü’nde yapılan “Türk Dili Edebiyatı” mülakat sınavımdaki sorularından biri de soyadımın anlamı idi. Akan’ın anlamı, soy Türklüğümün geçmişinde “baba” olarak Türkçülüğün Esasları’nda geçer. Ben de yakın zamanda Türkçülüğün Esasları’nı okuduğum için, hemen cevabı yapıştırmış sınavı kazanmıştım.
Nereden bilebilirdim ki mülakattaki sorunun cevabı ile, mezuniyetimden sonra atanacağım yer, Türkçülüğün Esasları’nın yazarı; Türk Milliyetçiliğinin fikri önderlerinden, Atatürk’ün ‘’fikri babam‘’ dediği Ziya Gökalp’in memleketi olan Diyarbakır Çermik ilçesi olacak. İlk tayinime Ziya Gökalp vesile olacak ve böylece “Resmin Başbuğu” Mehmet Başbuğ benim öğrencim olacak!..
Böylece Ziya Gökalp ile yollarımız ikinci kez kesişmişti: Öğretmenliğe ilk adım atışımda, ilk görev yerim: Diyarbakır Çermik ilçesi olunca…
***
10 Ekim 1974 yılında bir otobüsün bagajındaki eşyalarımla Diyarbakır’ın Çermik ilçesine gittim. Atama yerim Çermik Yatılı Bölge Okulu Türkçe öğretmenliği idi. Ancak öğretmen açığı olduğu için Çermik Lisesi’nde de derslere giriyordum. İlçeye gittiğimin haftasında Çermik Kaymakamlığı’nca düzenlenen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerinde konuşma görevi bana verilmişti.
Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü’ndeyken Töre, Devlet, Bozkurt, Akademi, Hisar, Türk Edebiyatı dergilerinin temsilcisiydim. Bu dergilere binin üzerinde abone yapmıştım. O yıllarda çok az sayıda fikriyatımızı yansıtan kitaplar çıkardı. Çıkan kitapları sürekli takip ederdim dolayısıyla kitapları getirtip ülküdaşlarımın okumalarını sağlıyordum..
Okuyunca insan fikren donanımlı oluyor; fikrimiz, ülkümüz açısından… Şunu özellikle belirtmem gerek, o günün komünistleri kadar komünizmi bilir, solun kitaplarını okurduk. Şu anda da kitaplığımda yüzlerce sol yayınlar, kitaplar bulunmaktadır.
Ülkücüydüm, idealisttim; gençtim, heyecanlıydı. Başbuğ’umun ruhumu coşturan hislerini taşıyordum. Cumhuriyet Bayramı konuşmama da bu ruhun yansıması lazımdı. Önce ülkücü, sonra öğretmendim. Mükemmel olmalıydı konuşmam. Bu duygularla Konuşmamı hazırlamaya başladım. Konuşmamda Ziya Gökalp’ten alıntılar yaptım. Bilge Kağan’dan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten de… Orhun Anıtları’na dair okuduğum kitaptan aldığım, ”Ey Türk Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir” satırlarının yanına, ”Nutuk”tan alıntılar yaparak ülkücü gençliğin Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevlerini hatırlatan yarım saatlik konuşmamı ”Ne Mutlu Türküm Diyene ” sözleriyle tamamlamanın hazzını yaşıyordum.
29 Ekim 1974 günü kürsüdeydim: Konuşmaya başladım; birkaç cümleden sonra baktım ki tören alanındaki hazirûn ikiye ayrılmış; bir taraftan alkış tufanı, diğer taraftan yuh sesleriyle konuşmamı tamamladım ve kürsüden indim. Boynuma sarılıp tebrik takdirlerini sunanların, karşımda parmak sallayanların arasından, yanımda ev komşum Adanalı Hakim Mehmet Bey ile geçip gittim. (Bu gün bu yazıyı yazabiliyorsam belki de hayatımı ülküdaşım Hakim Bey’e borçluyum.)
Aradan birkaç gün geçti liseye derse gidiyordum. Birkaç çapulcu önümü kesti, ardından tehditler gelmeye başladı. Artık “faşist” damgasını yemiştim bir kere. Bendeki cevap hazırdı: “Hadi oradan pis komünistler!..”
Dikkatimi çeken bir başka ayrıntı da dikkatimi çekti: birkaç öğrenci de tehditcilerin arkasında, gözleri çakmak çakmak, kurt gibi beni takip ediyor. Nereden bilebilirdim ki birkaç yıl sonra ‘’Resmin Başbuğu olacak, Mehmet Başbuğ’da bunların arasındadır.
Derslerime ya bir atasözü/özdeyiş açıklaması, ya da bir şiirle başlardım. Bunu öğretmenliğim boyunca sürdürdüm. O gün de Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirini okumak istiyorum deyince, bir el kalktı “Hocam, ben okuyabilir miyim?” diye. Kalkan parmak Mehmet Başbuğ’undu.
“Tabii okursun Başbuğ” dedim.
Dizeler ok gibi hedefini buluyordu Başbuğ’un dilinden..
Son dörtlüğe gelince;
‘’Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!’’
Sanki karşımda Ulubatlı Hasan surlara bayrak dikiyordu.
O kadar etkilenmiştim ki: Bir anda, mısraları dökülüverdi dil bayrağımdan:
“Delikanlım, işaret aldığın gün Başbuğ’dan
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan…”
O dersten sonra artık Mehmet Başbuğ ile öğretmen/öğrenciden çok iki ülküdaş olmuştuk…
***
Yine bir gün Lise’deyim; nöbetçi öğretmenim. Baktım bir sınıftan gürültüler, değişik müzik sesleri geliyor. Kapıyı tekmeledim, içeri baktım: Komünist marşı “Enternasyonal” çalınıp söyleniyor. Bir anda marşın çalındığı kasetçaları, kasetleri kırdım, attım.
Önce ülkem gereği, vatanın bütünlüğü milletin birliği fikrimin öznesiydi. O özneyi eylemle buluşturmuştum. Cümleleri ete kemiğe büründürdüm, bir balyoz gibi..
Her geçen gün “suç dosyam” kabarıyordu. Benim için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Bir taraftan düşmanlıklar diğer taraftan dostluklar artıyordu.
İlçe Kaymakamı ve Hakim Bey ile uzun uzun ülkenin, ülkünün geleceği ile ilgili sohbetlere başladık. O günlerde Çermik’e çok yakın olan Ergani’de görev yapan doktorlarla da tanıştım. O ülküdaşlarımdan biri de, daha sonra MHP Kayseri milletvekili olan sayın Seyfi Şahin’di.
15 Kasım’da rahmetli Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun “Kilit” romanını okuyordum. Afşin Beyin kahramanlığının anlatıldığı sayfalarda kendisinden yaşça büyük olmasına rağmen Alpaslan’ın sözünden çıkmayışı teşkilatçılığı, lidere sadakâti beni büyülemişti. Hakan’dan sonra ikinci oğlum -ismi Afşin-, dünyaya geldi. Kaymakam Bey ve Hakim Bey eşleriyle hayırlı olsun demek için konuk geldiler kutlamaya bir akşam. Hanımlar bir odada sohbet ederken, bizler de ülkü sohbetlerine daldık. Bir ara Hakim Bey “Hocam şu kapıyı kapatır mısın?’’ dedi. Birşeylerin olduğunu sezinledim ve kapıyı kapattım.
Hakim Bey uyardı: “Hocam okula gidiş gelişlerde dikkatli olun! Çocuklarınızı dışarı bırakmayın. Yenge de evde yalnız kalmasın.’’ Buna benzer ikazlar…
Cevap olarak “Allah ne yazmışsa o olur” dediğimde Kaymakam Bey “Hocam, herhalde siz olayın ciddiyetini kavramamışsınız. Biz seni korumak zorundayız” dedi. Böylece gece bitti, konuklar gitti ama; ben de tereddütlere düştüm. Durumu hanıma açıklasam, büyük endişelere düşer; diye düşündüm. Hanımıma hiç bir şey söylemedim ama, “Dikkat et çocuklara, dışarıya çıkan merdivenden düşmesinler” diye ikaz ettim.
Aradan bir hafta geçmeden gece yarısı bir kağıda sarılı taş evin penceresinden içeri atıldı. Hanımım gelene kadar, hemen kağıdı aldım sakladım. Pencereden gelen taşın yoldan geçen arabanın tekerinden fırladığı yalanını uydurdum. Tabii ne kadar inandırabildiysem!…
Ertesi gün Hakim Bey’e “Ulan Faşist! Çermik ilçesini terk et. Yoksa çocuklarını kaçıracağız’’ yazan kağıdı gösterdim. Durum artık ciddiydi, evimin önüne bekçi konulmuştu, iki sivil polis te haberim olmadan Mehmet Başbuğ ve arkadaşları gibi koruma maksadıyla beni takip ediyordu.
Bütün bunların TÖB-DER’liler (o yıllardaki solcu Öğretmenler Derneği) tarafından yaptırıldığını biliyordum. Bu arada ben de ilçenin ileri gelenlerinden yiğit insan, lakabı “Karaların Mehmed” ile dost olmuştum. “Karaların Mehmed” bir öğrencimin velisi idi. Sıklıkla oğlunun durumunu sormaya okula gelirdi. Kendisi Zaza asıllı bir Türkiye sevdalısı idi. Lisenin yanında TÖB-DER Lokali vardı. “Karaların Mehmed” bir okula geldiğinde oğlunun okuldan kaçtığını, TÖB-DER’e girdiğini gördüğümü, “oğlunuz okuldan kaçıyor, TÖB-DER salonuna gidip içki içiyor” dedim. Öfkelenen veli silahını çektiği gibi TÖB-DER’den içeri girdi. Oğlunu oradan çıkardı, içerde ne kadar öğretmen/öğrenci varsa hepsini dışarı attı. TÖB-DER’e kilidi vurdurdu. Ben Çermik’ten ayrılana kadar da TÖB-DER kilitli kaldı; sonrasını bilmiyorum.
Sömestr tatili yaklaşıyordu, benim askerlik kararı aldırmam, bir an önce Çermik’ten ayrılmam istendi. Ben de celp kararı aldırmak için Diyarbakır’a gittim. Askerlik kararı aldırdım. Çıkarken karşıma Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü’nde okuyan ve zoraki dergi sattığım Nadir Dağdeviren arkadaşlarıyla karşıma çıktı. Demek ki Çermik’ten haber gitmiş. Tekme/tokat yumrukla bana güzel bir karşılama yaptılar!
Akşama kafam kolum sarılı bir vaziyette Çermik’e geldim. Mehmet Başbuğ ve arkadaşlarının misilleme yapmalarına izin vermedim. “Karaların Mehmed”i de diğer yetkililer durdurdu. Durumumu herkes öğrendi. Kaymakam Bey bana 15 gün idarî izin verdi ve beni törenle uğurlayıp bir arabayla Erzurum’a gönderdiler. O dönemdeki öğrencilerimden, şimdilerde milli ressam olan rahmetli Prof. Dr. Mehmet Başbuğ’un ayrılırken tutamadığı hıçkırıklarını hiç unutamam. O dönemin ülkücüleri gibi Mehmet Başbuğ’un da, cebi de, cepkeni de delikti!…
***
Mehmet Başbuğ ile haberleşmeyi sürgün yıllarıma, 1978’deki bakkallık dönemime kadar uzun yıllar sürdürdüm. Daha sonra Türk dünyasının büyük ressamı, merhum Prof. Dr. Mehmet Başbuğ Bursa Eğitim Enstitüsü Resim-İş Eğitimi Bölümünden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nde Lisans tamamladı. 1976-1986 yılları arasında, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda görev yaptı. Onu artık Töre, Devlet, Bozkurt, Akademi, Hisar, Türk Edebiyatı .. gibi değişik dergilerde Bozkurt figürü, desen ve resim çalışmalarıyla; son ustalık yıllarında ise Hoca Ahmed Yesevî, Başbuğ Türkeş, Kurtuluş Savaşı, Türk Yurtları konulu yağlı boya tablolarından ile takip ediyordum.
Hayatını Türk sanatına adayan ve yüreği Türk Dünyası sevgisiyle dolu olan Mehmet Başbuğ ile iletişimim Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı ve aynı fakültede Resim Bölümü Başkanlığını yürütürken yeniden kuruldu. Bu ikinci buluşmamız ne yazık ki kısa sürdü. Kırgızistan’da geçirdiği beyin kanaması sonucu 4 Temmuz 2017 tarihinde hayatını kaybettiği haberini alınca çok üzüldüm.
“Türk’ün Başbuğu” Alparslan Türkeş ve “Resmin Başbuğu” Mehmet Başbuğ’a rahmet diliyorum.
Mekânın cennet olsun sevgili öğrencim, ülküdaşım…
İhsan Akan
17 Şubat 2022
Erzurum