3 MAYIS 1944’TEN NOTLAR
Atsız-Sabahattin Ali dâvâsının ikinci duruşması 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü idi. Atsız, yanında o zaman asistan olan Ahmet Ellezoğlu ile birlikte Adliye önüne geldiği zaman Türkçü gençler tarafından tezahüratla karşılanırken, daha önceden hazırlanmış oldukları anlaşılan bir grup da, Sabahattin Ali’nin kitaplarını cadde ortasında yakmaya başlamıştılar. Bir anda alev alan kitapları vazifeli polisler ayaklarıyla çiğnemek suretiyle, söndürmeye çalışırlarken, üniversiteli bir gencin, alevler üstünde tepinmekte olan bir polisin omuzlarını tutarak, ciddi bir sesle:— Çiğne kardeşim, çiğne! Bu kitaplar çiğnenmeye lâyıktır! dediği duyuldu.
***
İlk duruşmada, Atsız’ın fahri avukatı Hâmit Şevket, Sabahattin Ali’ye, kendisinin vatan haini olduğunun isbat edilmesine razı olup olmayacağını sormuştu. Ceza Kanunu’na göre, dâvâcı olan, kendisine isnad edilen suçun isbat edilebilmesi için sanığa izin verebilir, ancak iddia isbat edildiği takdirde dâvâyı kaybederdi. Sabahattin Ali, ikinci oturumda, bu konuda yaptığı konuşmayı: — … Benim vatan hainliğim öyle avukat yaveleriyle isbat edilemez! şeklinde bir cümleyle bağlayınca, Atsız’ın avukatlarından Ferruh Ağan söz alıp:— Geçen oturumda gayet uysal bir delikanlı (!)olarak gördüğümüz dâvâcıyı bu sefer sırtına bir arslan postu geçirmiş olarak bir takım kükreme taklitleri yaparken görüyoruz! şeklindeki cümlesini bitirir bitirmez, dinleyiciler bu sözleri uzun süren bir alkışla karşıladılar.
***
Ankara caddelerinde o tarihi 3 Mayıs yürüyüşünü yapmakta olan gençler, Ulus meydanında bir hayli kalıp yapılan konuşmaları dinleyerek daha da bilendikten sonra, gençler arasından bazıları:— Moskof elçiliğine gidelim! diye bağırmaya başladılar. Fakat, yürüyüşün idarecisi durumunda olan gençler, bu teklifi uygun bulmadılar. Böylece, Türkçü gençliğin, heyecanlı anlarında dahi şuurlarını ve vazife duygularını kaybetmeyecek kadar iradeli olduğunu ortaya koydular.
***
Atsız, ikinci duruşma sona erince, kalmakta olduğu Sebat Oteli’ne gelmişti. Burada kendisini ziyarete gelmiş ve ikisi de katıksız Türk ve Türkçü olan Mücellit-oğlu Ali Çankaya ile Gümrükçüoğlu Osman’la görüşürken, yanlarına yaklaşan sivil birkaç polis, Atsız’a bir mesele dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü’ne gelmesini rica ettiler. Bu davete sinirlenen iki Türkçü genç, polislerle sert bir tartışmaya giriştiler. Bu tartışmada birlerle sert bir tartışmaya giriştiler. Bu tartışmada bir sonuca yanlamayınca, gençler de, Atsız ile birlikte Emniyet Müdürlüğü’ne gitmek istediler. Polisler bu teklifi kabul etmek zorunda kaldılar. Yolda polislerden birisinin Atsız’ın koluna girmesi üzerine, buna sinirlenen Ali Çankaya, sert bir dille:— Atsız Ağabeğ’in kolundan çık! diye çıkıştı. Polis, bu samimi, fakat sert ihtara uymak zorunda kaldı, ve daha da ileri giderek, Mücellitoğlu’na, bunun sebeplerini anlatmaya çalışarak onun hiddetini geçirmeye çalıştı. ***
Atsız, daha Ankara’ya ilk geldiği günlerde, fakülte arkadaşı ve aile dostu Orhan Şaik Gökyay ile eşi tarafından evlerine davet edilmişti. Gökyay, o sırada Konservatuvar’ın müdürü bulunuyordu. Atsız, arkadaşının davetini kabul ederse, Hasan Ali’nin ona zararı dokunabileceğini düşünmüş ve onun için bir takım mazeretler ileri sürerek bu daveti kabul etmemişti. Bu mazeretler arasında, o sırada, Gökyay’ın başka gece misafirlerinin bulunuşu da vardı. 3 Mayıs akşamına doğru, Orhan Şaik ve eşi Sebat Oteli’ne gelerek, misafirlerinin gittiğini, buna göre evlerine gelmesi için bir engel kalmadığını söyleyerek daveti tekrarlayınca. Atsız, bu sefer kabul etmek zorunda kaldı. Gökyay, o akşam evine, o sıralarda Maarif Vekaleti Neşriyat Müdürü olan rahmetli Adnan Ötüken ile diğer bir arkadaşlarını daha çağırmıştı. Bu daveti tesbit eden emniyet, durumu hemen Çankaya’ya bildirmişti. Bunun ilk neticesi, İnönü’nün başyaverinin Gökyay’a telefon ederek, Atsız’la münasebetlerinin derecesini ve o gece evde ne yapmak istediklerini sormak oldu. Gökyay, başyavere Atsız’la çok yakın arkadaş olduklarını, her zaman ailece birbirlerine gidip geldiklerini, bu derece yakın bir arkadaşını otelden alıp evine getirmesinin tabii olduğunu, ama buna rağmen, mühim bir engel varsa, davetin başka bir güne bırakılabileceğini söyledi. Başyaver, davetin ertelenmesi için bir sebep bulunmadığı söyledikten sonra Atsız ile Sabahattin Ali’nin barıştırılmalarının mümkün olup olmadığını sordu. Gökyay buna da:— İmkânsız! kelimesiyle cevap verdi.
***
Mülkiye’nin o yıllardaki en ateşli öğrencilerinden olan Ali Çankaya, Osman Gümrükçüoğlu ve Ziya Çöker, mevkuf bulunan arkadaşlarını kurtarmak için devrin Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay’a gitmişler, fakat ondan bu konuda müsbet cevap alamamışlardı. Bunun üzerine gençler valiye başvurmayı uygun bulmuşlardı. Gençler valinin yanına girdikleri zaman orada Prof. Vasfi Kaşifin de bulunduğunu gördüler. Profesör, valiye, gençlerin serbest bırakılmalarını ricaya gelmişti. Gençler konuşma sırasında, arkadaşlarını kurtarabilmek için çok yumuşak bir dil kullanıyor, Yugoslavyalı valiyi kızdırmamaya çalışıyorlardı. Ancak vali, ortada mühim bir suçun bulunduğunu ileri sürünce, konuşmanın tonu yavaş yavaş değişmeye başladı. Gençler, büyük suçun ne olduğunu sorunca, vali, kendilerine suç delili olarak bir resim gösterdi. Bu resim, o sıralarda Gazi Terbiye Enstitüsü’nde öğrenci bulunan ve gösterişe düşkün bir genç olan Cemal Oğuz Öcal’ın Atsız ve Hüseyin Namık Orkun ile birlikte çekilmiş resimleri idi. Gençler, bu resmin neresinde suç olduğunu sorunca, vali, ipe sapa gelmeyen bazı sözler söyleyip Atsız’dan da biraz garipçe sözlerle bahsedince, gençler:— Atsız, milli bir gaye için şahsi menfaatini ayakları altına almıştır! dediler. Bu sözler valiyi çok kızdırdı, önce gençlik hakkında çok ağır sözler söyledi. Sonra karşısındaki gençlere:— Eğer müdürünüz Zeki Mesut evvelce sizler için müracaat etmiş olmasaydı, ben sizi göndereceğim yeri bilirdim! diye tehditte bulundu.
***
Validen arkadaşları için bir yardım sağlayamayacaklarını anlayan üç mülkiyeli genç mekteplerine döndükten az sonra, bir motosikletli polis gelerek Çankaya ile Gümrükçüoğlu’nu alıp emniyete götürdü. Gençler önce Emniyet Müdürü Şinasi Turgan’ın karşısına çıkarıldılar. Müdür gençlere çok kaba davrandı. Böylece kendisini gösterdikten sonra. Çankaya ile Gümrükçüoğlu’nu valinin odasına götürdü. Nevzat Tandoğan’ın gençlere ilk sözü:— Ulan! Püf desem gidersiniz! oldu.
Ali Çankaya, bu kaba sözler üzerine valiye yaklaştı ve odada bulunanların hayretten açılan gözleri önünde Tandoğan’ın omuzuna elini hafifçe değdirerek:— Püf deseniz tabi yıkılırız. Çünkü silâhlarımız müsavi değil. Karşınızda hiçbir şeyi, hiçbir silâhı olmayan masum Türk gençleri var. Siz ise devlet merkezinin kanuni ve gayrı kanuni bütün otoritelerini üzerinizde toplamışsınız. Bu sebeple bizim yıkılmamız hiç de ehemmiyetli olmaz. Ama siz vali olmadan önce babasınız. Aşağıda haksız yere yatan, vatanlarını sevmekten başka günahları olmayan gençleri düşünün. Eğer vatanı kayıtsız şartsız sevmek günahsa söyleyin, hepimize İstedikleri cezayı versinler, dedi. Sükûnetle söylenen bu sözler valiyi şaşırtmıştı. Bu şaşkınlıkla Emniyet Müdürüne dönen Tandoğan:— Şinasi! Sen bunlara hadlerini bildirmemişsin! diye bağırdı. Emniyet Müdürü şaşkın bir halde:— Evet efendim!.. Bunlar sorgularında da böyle konuşmuştular! cevabını verdi.
***
3 Mayıs yürüyüşü, dikta rejimi ileri gelenlerini çok ürkütmüştü. Postlarını tehlikede sayma gibi bir korkunun içine düşmüşlerdi. Devrin üç kurnaz kişisi ise. en yukarıyı durmadan kışkırtıyor, komünizm adlı hain fikre karşı olan yürüyüşü hükümet ve rejim aleyhine bir hareket şeklinde göstermeye çalışıyorlardı. Vehim içindeki malûm kişi de bunlara İnanıyordu!!Çankaya’da verilen karar üzerine, her devrin adamı Falih Rıfkı, malûm Ulus gazetesinin 7 Mayıs 1944 tarihli sayısında “Nizam Düşmanlığı Yaptırmayız” başlıklı bir başmakale yazdı. Bu yazıda Türkiye’nin nizamını yıkmaya çalışan yeril hainler, yani kızıllara karşı olan 3 Mayıs yürüyüşü nizam düşmanlığı şeklinde gösteriliyordu. İşte, Türkçülük aleyhine açılacak o melûn Haçlı Seferinin işareti bu yazı oldu. Her devrin adamı Atay. o devrin o günkü durumuna en uygun düşecek yazıyı yazmıştı. Devletlerini korumak için Bozkurtlar gibi kükreyen Türk çocuklarını, bu devşirme torunu, rejime (dolayısıyla devlete!!) karşı kişiler olarak gösteriyordu Bu yazıda, sorguya çekilen gençlerin, sorgu sırasında atlayarak kandırıldıklarını itiraf (!!!) ettiklerini yazması, bir devrin korkunç zihniyetini ortaya koyması bakımından mühimdir: Falih Rıfkı’nın bu yazısında polis tahkikatının sonuçlarından söz etmesi tam bir suçüstü durumudur. Çünkü, kanuna göre polis tahkikatı gizil yapılır. Falih Rıfkı polis ile İlgili meselâ emniyetin büyük mevkile-rinde bir kişi olmadığına göre bu tahkikattan haberi olmaması gerekirdi. Haberi olması ve hele o gizil ha-beri dünyaya ilân etmesi, o devrin kanunla olan ilişiğinin bir belgesidir. O sırada devletin en yüksek makamında oturan kişinin, devletlerini hainlere karşı korumak İçin yürüyen Türk gençlerinin ezilmesi sırasında susmasına karşı, 12 Marttan önceki kızıl azgınlık günlerinde, yeme-dikleri halt bırakmayan malûm takımın himayecisi gözükmesi, çok dikkate değer bir husustur. Milli konularda işlemez hale gelmiş, fakat kendi çıkarları bahis konusu olunca dâhi (!) kesilen kişiler bunu anlamak gücünden yoksun olsalar da, tarih bu meselede hükmünü verdiği zaman, nice koltukların altında her renkten ne haçlar çıkacaktır.
***